alice in wonderland !

süpersonik insan, dostum cansu'nun bana doğumgünümde aldığı alice posterimi sonunda çerçevelettim !! tekrar teşekkür ederim cansu, odam bambaşka oldu posteri asınca !




 

dergi tasarımı dersi için quarkxpress çalışırken şöyle bişey yapıverdim :

film kapakları


filmleri internetten indirip dvd'ye yazıp, bir de üstüne filmin dvd cover'ının çıktısını alıp kendi arşivimi oluşturmaya başlayalı neredeyse 3 ay oluyor... fekat, bazı filmlerin dvd kapakları internette bulunmuyor. arıyorum tarıyorum, belki cd kapağını bulabiliyorum ama dvd kapaklarını bulamıyorum. durum böyle olunca, kedni dvd kapaklarımı kendim tasarlamaya çalışıyorum. şuana kadar yaklaşık 20 filmin dvd kapağını kendim tasarladım.


FOREIGN MOVIES isimli siteden bir sürü ödüllü kısa animasyon indirmiştim.bunları 5'er 6'şar olarak bir cd ye yazıp, part-1 part-2 olarak ayrı ayrı arşivledim. tabiki kendi uydurma animasyon arşivlerim olduğu için bunların da kapaklarını kendim tasarlamam gerekiyor. bugün ilk partın kapağını tasarladım. bir de kendi tasarımlarıma ait logo yapıştırdım üzerine.



bu,kendi uyduruk tasarımlarım arasında en güzeli oldu. dayanamadıp bu cover'ı herkeşle paylaşıyorum :)

firar etme ne olur, kokla, senin de olur !









 merhaba. bu görmüş olduğunuz kişi, emektar oda arkadaşım KAPTAN. kendisi 2 yaşında. hobileri, tuvalet kağıtlarından yatak yapmak ve kafesinden kaçıp evin çeşitli köşelerine kaka yaparak benimsediği noktaları işaretlemek. en sevdiği yemekler, keçiboynuzu ve ezine peyniri.








bugün kahvaltıdan sonra, pc başına geçip keyif yapayım dedim. "geçmişten günümüze en iyi bilim kurgu klasikleri" başlıklı bir forumdan indirdiğim filmlere altyazı arayacaktım. bir yandan kahvemi yudumlarken bir yandan da radyo eksen dinleyecektim. mutfağa gidip kahve yapmak için rasgele bir fincan seçtim. arkadaşım elif'in  ayvalık'tan getirdiği "türkiye" yazılı turist kupası geldi elime. bu kupanın hikayesi vardı. içim bi cız etti.

elif'in eski sevgilisi kaan'ın kupasıydı bu. elif ayvalıktan dönüp bize kupaları hediye ettiği gün hep beraber benim evdeydik. yedik, içtik, eğlendik...ertesi hün herkes giderken kendi kupasını özenle gazete kağıtlarına sarıp yanında götürürken, kaan efendi sevgilisinin kendisine kupa almış olduğunu unutup seyirterek çıkıp gitmişti evden. elif rica etmişti ; "deniz, bi ara kaan'ın kupasını da getirirmisin buluştuğumuzda"... ben götürmemiştim. ya da zamanım olmamıştı. çünkü elif'le kaan o dönem kavga edip ayrılmışlardı. kaan'ın hediyelik kupası, kadın anamın herşeyden habersiz yıkadığı diğer kupalarla beraber, ekmekliğin altındaki dolapta, benim hediyelik kupamın hemen yanında yerini almıştı.


hatıralarla dolu turist kupasına kahveyi doldurup odama geçtim. bilgisayarı açtım ve bilim kurgu filmlerimle ilgilenmeye başladım. bir anda KAPTAN aklıma geldi. zavallım ben burda keyif çatarken kafesinde yalnız ve çaresizdi. hemen mutfağa seyirtip bir tutam maydonoz kaptım. onu biraz olsun neşelendirmeli, bu soğuk pazar sabahında en sevdiği yiyeceklerden birini hediye edip, ağzını tatlandırmalıydım. fekat o da neydi? kafesin kapısına önlem olsun diye iliştirdiğim tel ve mandal yerinden çıkarılmış,yere atılmıştı., kapı hunharca açılmıştı ve kaptan her zamanki yerinde yoktu...



ben onun yalnız ve umutsuz olduğunu düşünürken, o hain planlar yapıp kafesinden firar etmişti. benden isteseydi açmaz mıydım kafesin kapısını? açardım elbette. bir kere "vik" demesi yeterliydi bunun için. bunu kendisi de biliyordu. ama hiçbir zaman sencil olamadı kaptan. hep bencildi. şimdi yine bencillik yapmıştı. bana hiç danışmadan, kapıyı çarpıp gitmişti...fakat şimdi hüzünlenmenin zamanı değildi. acil durum söz konusuydu ve bi şeyler yapmalıydım. hemen bastığım yere baktım. yanlışlıkla üstüne basabilirdim. kaptan her yerde olabilirdi şuanda.peki onu nasıl bulacaktım? bir plan yapmalıydım. düşün...düşün...düşün... onu kafesinden çıkardığımda ilk olarak nereye giderdi? tabi ya ! kalorifer peteğinin altına... öncelikle oraya bakmalıydım. elimdeki maydonozu kitaplığa bırakıp kalorifer peteğine yöneldim. fakat kaptan orada yoktu. şimdi anlıyordum. bu beni şaşırtmak için bir oyundu. onu aramak için ilk bakacağım yerin kalorifer peteği altı olduğunu bildiğinden, orayı tercih etmemişti. beni şaşırtarak zaman kazanmak istiyordu. zekiydi. ama benden kaçamazdı. yatağın altına baktım. yoktu. bilgisayar masasının altına baktım. yoktu. bilgisayar kasasının içine baktım. yoktu. inanırmısınız, orkid poşetinin içine kadar baktım. yoktu. işte şimdi korkmaya başlamıştım. kaan'ın kupasındaki kahvemden bir yudum aldım, canına yandığımın WEST paketinden bi sigara yaktım. düşünmeye başladım....


canım oğluşum neredeydi? nereye saklanmış olabilirdi? odadan hiç çıkmamıştı bundan emindim. çünkü sabah uyandığımda kaptan yatağında yatıyordu ve mutfağa giderken de gelirken de alışkanlıktan odamın kapısını kapalı tuttum. hiç açılmamıştı kapı.fakat yine de ben odadan çıkınca kaçmıştı kaptan. hain planlar peşindeydi. belki de kafesin kapısındaki mandalı ve teli dün gece ben uyurken sökmüştü. benim odadan çıkmamı bekliyodu. ben gidince mandal engeli kalkmış olan kapıyı güçlü bir burun darbesiyle ittirdi ve çıktı. peki buraya kadar tamam. ama nereye gitti? planı neydi? girdiği delik her neresiyse onu oradan ne çıkartabilirdi?

evet ! kaptan'ı saklandığı yerden çıkaracak şeyi bulmuştum. onu en zayıf noktasından vuracaktım ! buna asla dayanamayacaktı! KESİF PEYNİR KOKUSU! her nerede olursa olsun bu kokuyu duyunca fişek hızıyla çıkacak ve peynire ulaşacaktı. hemen mutfağa seyirttim. buzdolabından annemin börek içi içim hazırladığı köy peyniri leğenini kaptım. kokusu gerçekten felaketti. geçtiği her yerde bir buğu bırakıyordu yoğun kesif peynir kokusu. kaptan bu kokuyu duyunca bütün inadını bırakacaktı. bundan adım gibi emindim.


peyniri kaptığım gibi odaya getirdim. yatak ve bilgisayar masası çevresini  iyice incelediğim için oralarda olamazdı. daha çok kütüphane tarafından şüpheleniyordum. duvara monte olan kütüphane yerinen asla kımıldamıyordu. bir milim bile oynamıyordu. eğer kaptan kütüphanenin arkasındaysa onu oradan çıkartabilecek tek şey yine kendisiydi. öyleyse peynir leğenini kütüphanenin yakınlarına koymalıydım. böylece kaptan kokuyu alır almaz çıkacaktı.

peyniri kütüphanenin önüne koydum ve beklemeye başladım. gözümü peynirden ayırmıyordum. daha doğrusu ayıramıyordum. hem kokusu hem bembeyaz rengiyle insanı hipnoz ediyordu. ayrıca leğenin kenarına iliştirilmiş maydonozlar da cabasıydı. yeşil de beyazın içine karışınca bakmalara doyum olmuyordu adeta. fakat bir süre sonra odamı keçi poposu kokusu sarmaya başladı. bir peynir bu kadar mı kötü kokabilirdi? pencereyi açtım. dışarısı kardan bembeyaz olmuştu. pencereden gelen kar soğuğu bile kokuyu bastırmaya yetmedi. kaptan henüz yerinden çıkmamıştı. bir sigara daha yaktım. belki de pencereden gelen temiz hava kokusu  kaptanın aklını karıştırmıştı. ama pencereyi kapatamazdım. bu bana işkence olacaktı. pencereyi kapamasam bile odada hakim olan bu kesif koku kaptanı çoktan uyarmış olmalıydı...ama kaptan inadına devam ediyo gibiydi. hala ortaya çıkmamıştı.





belki girdiği delikte uyuyakalmıştır diye düşündüm. hamster'lar yaşlandıkça tüm günlerini uyuyarak geçirirler. kaptan da genelde gündüz uyur, gece 12 gibi kalkar ve sabah 7 ye doğru tekrar uyurdu. peki öyleyse, uyanması ve peynirin kokusunu alması için gece 12 yi mi bekleyecektim? peyniri buzdolabına geri götürebilirdim. fakat kaptan arada uyanırsa ve kokuyu almazsa geri uyurdu ve bu ihtimal bir riskti. peyniri geri götüremezdim. peki tüm gün o peynir odamda mı kalacaktı? saat geceyarısını vurduğunda benim halim ne olacaktı?...




yaklaşık bir saat boyunca kaptandan haber alamadım. kütüphaneye dömelerek kulağımı dayadıysam da hiçbir tıkırtı duyamadım. keçi peynirini küçük küçük bölüp kütüphanenin giriş çıkışlarına yerleştirdim.  karanlık bir köşede uyuyakalmış olma ihtimaline karşın, kütüphanenin suntalarına vurmaya başladım. bir taraftan suntalara vururken bir taraftan da "kaptaan oğluumm" diye sesleniyordum. böylece çıkardığım sesler onu uyandıracaktı. uaynınca burnuna gelen kesif kokuyu farkedecekti ve dışarıyı kontrol etmek için oradan çıkacaktı.

yaklaşık 10 dakika gürültü yaptıktan sonra tıkırtılar duymaya başladım. evet, kaptan içerideydi ve tahmin ettiğim gibi uyuyakalmıştı. ama şimdi gürültülerimden uyanmıştı ve kokuyu almıştı. sağa sola koşturup çıkışı arıyordu. uyku sersemi olan yaşlı hamster'ların gözleri çok iyi göremez. kaptan'da büyük ihtimalle suntalara çarparak yolunu arıyordu. derin bi "ohhhhh" çektim.en azından yaşıyordu. annelik güdülerimle, "yaşadığını bilsem yeter" dedim. ama yetmedi. oradan çıkmalıydı yoksa rahat edemezdim. bu yenilgiyle yaşayamazdım.





kısa bir süre sonra planım tıkır tıkır işlemeye başladı. kaptan peynirin kokusuna dayanamamıştı ve kütüphane gerisinin çıkışında küçük ve kıllı kafası belirdi. "ehe ehe" diye gülmeye başladım. uyku sersemi gözleriyle şehla şehla peyniri arıyordu. hedefi gördü. peynire uzandı. peyniri dişledi. oldukça yavaş hareket ediyordu.





o sırada fotoğrafını çekmeye çalışıyordum. benim fotoğraf yakalamakla uğraştığımı farkedince hızlı bir hamleyle peyniri kapıp tekrar çıktığı deliğe girdi. makineyi bırakıp kendi alnımı karışladım. ne yapmıştım... kafasını çıkarmışken onu kıskıvrak yakalayabilirdim fekat tüm dikkatimi fotoğraf makinesine vermiştim. hemen keçi peyniri leğeninden küçük bir parça daha kopardım. açgözlü kaptan, ikinci bir dilim peyniri reddetmeyecekti. yeniden peyniri çıkışa yerleştirdim.fotoğraf makinemi hazırladım ve beklemeye koyuldum.

tahmin ettiğim gibi, kaptan ikinci peynir için harekete geçmişti. planı aynıydı : peyniri kapıp içeri kaçmak. fakat bu sefer ben daha bilinçliydim. ikinci peyniri almak için kafasını delikten çıkarttığında, çaktırmadan peyniri biraz daha uzağa aldım. kaptan kafasını biraz daha çıkardı ve ben peyniri biraz daha uzağa çektim. böyle böyle derken kaptan ondan uzaklaştırdığım peynire ulaşabilmek için neredeyse tüm vücudunu dışarı çıkarttı.








bu sırada peyniri de ağzına aldı. çevik bir hareketle çıktığı deliğe doğru döndü. ben de akabinde elimle deliği kapattım. kaptan şimdi tuzağıma düşmüştü. çaresiz ve yapayalnız kalmıştı. şaşırmıştı. zekiydim.








 ağzında kalıp keçi peyniri, uykusuzluktan şaşırmış gözleri, ve ucundan minik bir parça bok çıkmakta olan poposuyla, saklandığı yere geri dönmeye çalışırken çok sevimli gözüküyordu. minik burun darbeleriyle deliği kapamış olan elimi ittirmeye çalıştı. bunu yaparken ağzındaki peynirin bi kısmını elime sürdü.




 fakat elimi ordan çekmediğimi, bunu başaramayacağını anlayınca yenilgiyi kabullenircesine bana baktı. durdu. bi süre düşündü. ağzındaki bu ağır yükle ne kadar çevik olabilirdi? peyniri asla bırakmazdı. yenilmişti, bari bu savaştan ganimetlerle çıkabileydi...






                 
ağzındaki keçi peyniriyle oradan oraya koşturmaya başladı. eski mekanı olan kalorifer peteğine yöneldi. fakat artık orası güvenli değildi. bir bana bir kalorifer peteğine bakıyordu. peyniri kaybetmemek için ağzına soktu. küçükken yeşil eriği yanağımızda bekletip orayı şişirdiğimiz gibi peyniri yanağında bekletiyordu. yanağı kocaman olmuştu şimdi. dışarıdan dokunulduğunda içinde bir peynir olduğu hissedilebiliyırdu.





onun bu salak haline daha fazla dayanamadım. yumuşacık tüylerine dokundum. "bi daha beni üzmezsin artık" dedim. yüzüme öylece bakıyordu. o bakışlar tüm kavgaları tüm ayrılıkları tüm terkedişleri bir anda silip attırabilirdi. masumcana. sevgi dolu. o anda affettim beni bırakıp kaçan oda arkadaşımı. öptüm öptüm öptüm...dayanılır gibi değildi.



hemen kafesine geri koydum. zavallım susamıştı. kana kana su içti. mutfaktan yürüttüğüm maydonozu kafesine koydum. bana geri dönmesinin ödülüydü. maydonozu hemen yemedi. hala yüzüme bakıyordu. bir açıklama bekler gibiydi. ona haksızlık etmiş olabilirdim. arada evden çıkıp yalnız kalmaya kafasını dinlemeye hakkı vardı. bu hakkını elinden almış gibi oldum. bundan sonra ilişkimiz ne olacaktı? herşeyi unutup eskisi gibi mi devam edecektik? bunu başarabilecek miydik? beklediği açıklamayı yapmalıydım. onu daha fazla bekletemedim. bana bakan masum gözlerine odaklanarak şunu söyledim :





firar etme ne olur
kokla senin de olur....

humm..çikin.

okuldan arkadaşımın açtığı umuttepe.net forumundan bi çocuk bana şöyle bi msj atmış :

"çok çikinsin yaw..:P "

tamam. teşekkür ederim. biliyorum. da,bi kaç sorum olucak..

1-sen üşenmedinmi benim fotolarıma bakıp bu yorumu yapıp bi de üstüne msj atmaya ?
2-bu bir taktik mi?
3-madem çikinim, neden uğraşıyosun.

erkek milletini anlamak gerçekten zor...

efes.

17 ocak gecesinden kalma iki bira vardı dolapta. efes istanbul dolum. en güzel dolum. cansu-elif-ben gecenin ilerleyen saatlerinde bu ikisini boynu bükük bırakmışız. dün birini içtim yatmadan. demin de mazlum mazlum bakıyodu diğer kalan. içilmesin mi şimdi o? arkamdan ağlamaz mı? ağlar.

süpermiş ! bu elbiselerden bulmam lazım...


montla sıç şükrü abi

aşağıdaki yazı, arkadaşım çemçük (melike) tarafından yazılmış olup, tamamı gerçektir.

sevgili gunluk.. 
bu haftasonu dershanenin birinde gozetmen olarak calistim..kazandigim parayla kredi kartimin bi kismini yatiririm diye dusunurken bi anda kendimi ulus pazarinda buldum..hava kararmisti ve aksam pazari hesabi hersey daha da bi ucuzlasmisti..corabim yoktu corap alim ayy bu sallar da pek guzelmis ee hadi bunu da alim o ne kadar bu kaca 5 lira versem olmaz mi derken kazandigim paranin bi kismini harcayiverdim..(kac param oldugunu solemicem ki bereketi kacmasin:) ama yinede huzurluydum cunku hepsini birden yememistim..derkenn tezgahin birinde recaizadenin araba sewdasindan bile daha sevdali oldugum ve aylardir alamadigim siyah montun aynisini gordum hemde 20 ytl ye...hemen atladim monta ama bi anda bisey oldu..sanki ben ben deildim..sumsuk bi kadin bi anlik dalginligimdan yaralanip adamin bnm icin getirdigi montu kapti elimden..ki bilenler bilir bu bana yapilacak bi hareket deildi:) we yine ben ben olmaktan cikip o kadina cemkirmek yerine sessizce kadinin montu giymesini izledim..ve sonra merakli gozlerle kadinin montu megenmemesini diledim...ama sevgili god father dileklerimi kabul etmedi ve mont avuclarimin arasindan suzulup gitti..ve bianda kafama dank etti..o mont benim olmaliydi.. hemen tezgahtaki amcaya baska mont olup olmadigini sordum ve cevabim hayir olunca yikildim..ama pes etmek yoktu..omrumde hic boyle pasif kalmamistim ve acisini cikartmaliydim..O MONT BENIM OLACAKTI..adama dakikada 6789bin kelimeyle o montu ne kadar cok sitedigimi anlatmaya calistim..sanirim pek bi basarili olmusum ki  10dk onceki tezgahtar simdilerin sukru abisi istanbula gidecegini ve aksama tekrar izmite donecegini donerkende bana ayni monttan getirebilecegini soyledi...uctum..telefonlarimizi aldik..ewe dondum..sukru abiden telefon bekliyorum...aksam 10 oldu abim aradi ama kotu haber hala istanbuldaymis ve izmite cok gec gelicekmis..olsun dedim persembe gunleride tezgah aciyomus nede olsa oraya giderim..yine sozlestik ve persembe gununu iple cektim..sinaw stresinden cok mont stresi ceker oldum.. ve beklenen gun geldi catti..buarada diger kizlarida costurdum 20 milyona mont var diye onlarda bnmle birlikte seferber oldular..persembe gunu butun kizlar toplandik ve pazara gittik..minibuste dedim sukru abiye bi msj atim nolur nolmaz...abi sagolsun cevap veriyo ama istedigim cevap bu degil..havalar sogukmus diye acmamis tezgah..bu kadari da yeterdi artik..bi mont icin bu kadar da gurursuz olunamazdi..bi anda aklima psilik yapmak geldi ve sukru abime soyle bi msj attim..

sukru abi montla sic...anlamismidir bilmiyorum ama bana kizmadigi asikar..cunku bu sabah cok gusel bi msjla uyandirdi cukru abim ki msj aynen su sekilde turk dil kurumuna inat yazilmistir..

berhaba abijim ben sukru abin..eyer burdeysen pazardayim yanliz uzun ciftlikteyim..istedigin bontlar geldi (james bond) gelebilirsen gelirsin abijim tamam....
 

 

23


mutlu olmam için onca hazırlık yapan,
eve benden önce gelip sağa sola hediye yerleştiren,
bütün sevdiklerimi toplayıp kutlama organize eden,
hepsinden evvel, benim için benden çok heyecanlanan

...ve bunları yaparken Aziz Nesin sevdamı unutmayan

dostum cansu.
seni çok seviyorum.

otobüs ve aziz nesin

Tunç Okan'ın yönetmenliğini yaptığı "OTOBÜS" filmini izleyenler bilirler ; bir kaç türk işçinin Almanya'ya götürülüp yine bir türk tarafından dolandırılmalarının ardından, bir otobüsün içinde aç ve susuz yaşadıkları, helak oldukları ve yaşadıkları feci olayları konu alır film. Benim bi'tanecik Aziz dedem, bakınız film için ne yorum yapmış :

- "Bu film çok saçma. ben milletimi bilirim. o kadar türk, bir otobüste, İsveç'in ortasında bir hafta kalacak ve dışarı bile çıkamayacaklar... o kadar zamanda o türkler dışarı çıkar, üç beş sarışın hatun düdükler, iki de kebapçı dükkanı açarlar"

ahahahah :)) Aziz Nesin, seviyorum seni ya...


nezahat fun club


dün akşam eve geldiğimde annem boynunu büküp kabahat işlemiş çocuk edasıyla mutfağa kaçtı.

yanına gittim. bi tabak aldım,yaptığı bamyadan koydum ve yemeye başladım. yüzüme hala aynı ifadeyle bakıyodu. "hadi sor" der gibiydi. sabırsızlanmıştı. bi süre onu öyle beklettikten sonra "anne,hadi anlat" dedim.

"ben çok kötü bişey yaptım" dedi.

ne olur ne olmaz diye çatalı kaşığı masaya bıraktım. suyumdan bi yudum aldım ve dinlemeye koyuldum.

"canım tatlı istemişti. akşam çayla yerim diye tatlı sinyallerimi geri çevirdim. dolayısıyla "IQ" seviyem düştü. aptal gibi oldum. kapı çaldı. gelen genç,temiz yüzlü bi çocuktu. öğrenciyim dedi. harçlığımı çıkarmak için kapı kapı dolaşıp şu elimde görmüş olduğunuz ürünleri satıyorum dedi. IQ seviyem düşük olduğundan dolayı algılayamadım. ürünlere baktım. lazer epilasyon aleti satıyordu. artık lazer epilasyon merkezlerine para dökmenize gerek kalmadı. işte bu aletle evinizde lazer teknolojisini kullanarak istenmeyen tüylerden kurtulabilirsiniz dedi. üstelik saç düzleştirici hediyeli dedi. hummm dedim. ver bakalım dedim. 60 milyon istedi. üstelik param da yoktu. çocuğu iki dakka bekletip gidip karşıdaki bankamatikten çektim getirdim. tüm bunlar olurken mantığım içerlerde bi  yerde olup biteni izliyordu. ama müdahale etmiyordu....çocuk parayı alıp gidince oturdum yaptığım aşureden yedim bi kase. o bitti, yavaş yavaş ne yaptığımı anlamaya başladım. bu sefer naciye hanımın getirdiği aşureyi de yedim. artık ne yaptığımı iyice anlamıştım... ben bunu nasıl yaptım deniz? nasıl..."

annem bir hafta önce apartmanda yönetici olmak için adaylığını koymaya karar verdi. yönetici seçilirse yapacağı ilk şeyin içeri giren seyyar satıcıları engellemek olduğunu söylemişti. aynı annem, dün , kapıya gelen bir seyyar satıcıdan (hatta satıcı demeyelim dolandırıcı) aslında olmayan bir teknoloji ürünü aldı. evde kullanılan lazer epilasyon aleti...

tüm bu düşünceler bir iki saniyede film şeridi gibi aklımdan geçerken annem bi sigara yaktı. hala aynı ifadeyle bakıyordu."anne sana inanamıyorum" dedim. "60 milyona kaç tane sigara alırdık" dedim. "sorma " dedi.. "üüü üüü " diye sesler çıkarmaya başladı. "nerde o aldıkların?" dedim. "odanda yatağın üstüne koydum" dedi.

yılların bankacısı, uyanık ve de makul derecede cimri annem, kapıya gelen bir dolandırıcı tarafından aslında gerçekte olmayan bir teknoloji ürünüyle kandırılarak dolandırılmış,üstüne matikten para çekip dolandırıcıya sunmuştu. bununla da yetinmemiş, aldığı ürünleri bir daha görmemek için odama atmıştı. inanamıyordum. bamyalar boğazımda kalmıştı. "anne lütfen o şeyleri odamdan al" dedim. "oraya giremem deniz" dedi...

gittim. yatağımın üzerinde hunharca yatan şeylere baktım. biri traş makinesi sesi çıkartan üzerinde tuşları olan garip bi aletti. tuşlara bastım. basılmıyordu. tuşlar sadece dekordu. bu teknoloji harikası, bildiğin oyuncaktı. saç düzleştirici ise boylu boyunca uzanmış masum gibi yatıyordu. onu da inceledim. bu kadar kabzımal bi saç şekillendiricisi olamazdı...

mutfağa geri döndüm. siyah bir poşet aldım. yatağımın üstündeki cesetleri torbaya koyup ağzını sıkıca kapattım. annemin yanına döndüm. "atıyım mı bunları?" dedim. "bana sorma bana sorma...bana gösterme üü üüüüü" dedi. üzerine oturup ayakkabı giydiğimiz pufun içine koydum poşeti.


dünden beri orda duruyorlar. dünden beri kimse pufa oturmuyor... annem "60" sayısını duydunca "üüü" lemeye başlıyor...

yahu hayat ne zor...

mis gibi sigarayı bırakıcaktım. şimdi sigaraya zam gelince moralim bozuldu. daha çok içmeye başladım. bi de şu finaller...off final zamanı sigara bırakılırmı ya...bu arada şuanda klavyeme kahve döktüm. birazdan hiç birşey yazamayabilirim :)) bir bedevi bu kadar mı bahtsız olur? evet anca bu kadar olur... bi de ne zaman hayattan şikayetçi olmaya başlasam anında karşılığını alıyorum tokat gibi. şimdi de klavyem bozulucak. hadi bakalım...

bıdık

bugün yeni bi spor salonuna kaydoldum. eskisi eve baya uzaktı ve akşamları gidemiyordum. şimdiki, evimin hemen önünde.. gittim,çok sevimli bi hoca karşıladı beni. ölçülerimi aldı. boyum 1.61 çıktı ya...yıllardır boyumu ölçmemiştim. ben o kadar bıdıkmıymışım? ... hele kilom. şimdi burda söylemicem çok moralim bozuldu ama bi taraftan sevindirici bi gelişme de olmadı değil . hoca kilomu da ölçtükten sonra bir kaç adım uzaklaşıp beni bi süzdü öteden. bidaha baktı kiloma, bi daha süzdü. "ya" dedi, "1.61 boyla bu kadar kiloyu nerende saklıyosun?" baktı, göbek pek yok. baktı uzaktan baya uzun uzun. düşündü düşündü... yok artık dedi gülümsedi :) moralim yerine geldi valla. demek ki biraz çabayla, biraz azimle 3-4 aylık bi sürede istediğim görünüme ulaşıcam :) varolan kiloları göstermeyen vücudum ; sana şuan küsüm. bi kaç ay sonra,50 kiloya indiğin zaman görüşelim barışalım..

ajanda "illallah"

aylardır oturup atam gibi sohbet edemediğim eski ev arkadaşım melike'yle küçük beyoğlunda görüştük geçen gün. az zamanımız vardı ( yaklaşık 2 saat) 2 saatin içine bir yıllık sohbeti sığdırarak (hızlı ve komik) hasret giderdik. pek iç açıcı olmamıştı arkadaşlığımızın "mola" süresi. benim bir anda karar verip bir hafta içinde evden çıkmama sebep olan olayları hatırlamak bile nefes alıp verişimin bozulmasına yetiyor. hiç iyi şeyler olmadı. bir anda evimi, aşık olduğum şehri, arkadaş olduğum semt esnafını, canım sıkılınca gidip kıyısına oturduğum göleti, camı açtığımda içeri doluşan kuş seslerini ve en önemlisi dostlarımı bırakıp, daha doğrusu onlardan vazgeçmek zorunda kalıp kendimi hiç istemediğim metropole attım bir haftada. tüm yaşamım değişiverdi. ve ben bunların başrolünü oynarken, gözümü kapatıp bir an önce filmin bitmesini bekledim. o anlarda neler olup bittiğini gözlerimle görüyordum ama beynimle buna inanmıyordum, hani hakkaten film oynuyor gibiydi. ya da ben öyle olmasını istiyordum. "bir an önce bitmeli"...

tüm bunlar olup biterken melike'yle aramızda hiç bir kişisel problem olmadı. iki gün öncesinde bit pazarından çuvalla film alıp "cebimizde kalan son iki milyonla nasıl eve döneriz"in hesabını yapıyorken, o günler ve sonrası melike'yle de iki yabancı olup çıktık. bu belki benim o filmi tekrar görmek istemeyişimin bir sonucuydu. belki melike'nin ikimize de hatırlatmak istememesiydi sebep. ama orda bi köy var ya uzakta, o köy bizim köyümüzdü işte :) nihayet çorbalar soğuyunca içtik eskisi gibi. o gün küçük beyoğlunda, sanki kocaelinde yaşananlar hiç olmamış gibi gülüp eğlendik. herşey eskisi gibi oldu bir iki saat için. bir de ajanda almıştı bana melike ; "illallah ajandası"  :))

ajanda adıyla, yaşadıklarımızı özetliyordu. "illallah"... dostluklar, basit sebeplerle yıkılabiliyorsa ortada dostluk görünümünde başka bi şey varmış dedirtmişti bu olanlar bana. ve düşündükçe hala delirecek gibi oluyorum. ama şimdi küçük bi kaçış buldum kendime. o da melikenin gülen yüzü. hatta şöyle bir sıralama; olaylar-hatırlamak-illallah-gülen yüz.. :) gerçekten de ne kadar kötü şey yaşanırsa yaşansın, ne kadar gözyaşı dökülürse dökülsün, dönüp baktığımda gülümsemeyi özlemişim... kızlarla mutfak masasında absürd komedi tadında yaptığımız sohbetler, okuldan geldiğimde ercanların ben yokken bilgisayarıma kurdukları fifa kısayolunu masaüstünde görüp çığlık atmalarım, sims oynamalarımız, kedilerimizin bok kokusu, zemin katta oturan kürt öğrencilerle çay-ekmek alışverişlerimiz, günay'ın "tıs tıs" konuşmaları, kendi çapımızda düzenlediğimiz doğumgünleri, üşüyen ellerimizi ısıtmak için girdiğimiz bulaşık yıkama yarışları, fatura az gelsin diye kapattığımız doğalgaz şofbeni...herşeye dönüp bakıp gülümsemeyi özlemişim.

melike, bi daha görüşelim, bi daha illalah diyelim olup bitenlere...


Exils (2004) Tony Gatlif






http://rapidshare.com/files/253210540/Exils.part1.rar
http://rapidshare.com/files/253120832/Exils.part2.rar
http://rapidshare.com/files/253138249/Exils.part3.rar
http://rapidshare.com/files/253144013/Exils.part4.rar
http://rapidshare.com/files/253155278/Exils.part5.rar
http://rapidshare.com/files/253181688/Exils.part6.rar
http://rapidshare.com/files/253197540/Exils.part7.rar
http://rapidshare.com/files/253201683/Exils.part8.rar


altyazı :  http://divxplanet.com/sub/m/7058/Exils.html

Gadjo dilo (1998) - Tony Gatlif






 DVDRip
Avi / Codec: XviD (XviD 1.1.0 Final)
1,36 GB (15 Rar = Avi + Spanish Srt.Subs)


http://rapidshare.com/files/140700902/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part01.rar
http://rapidshare.com/files/140701012/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part02.rar
http://rapidshare.com/files/140700701/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part03.rar
http://rapidshare.com/files/140701120/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part04.rar
http://rapidshare.com/files/140701176/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part05.rar
http://rapidshare.com/files/140701158/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part06.rar
http://rapidshare.com/files/140701248/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part07.rar
http://rapidshare.com/files/140701388/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part08.rar
http://rapidshare.com/files/140701270/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part09.rar
http://rapidshare.com/files/140701256/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part10.rar
http://rapidshare.com/files/140701048/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part11.rar
http://rapidshare.com/files/140701372/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part12.rar
http://rapidshare.com/files/140701380/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part13.rar
http://rapidshare.com/files/140701426/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part14.rar
http://rapidshare.com/files/140634195/E.Extrj.Lco._Gdjo.Dlo__Grnxo.part15.rar


altyazı : http://www.turkcealtyazi.org/sub/23398/gadjo-dilo.html

tümen tümen duman.

havada bunalım kokusu mu var?
bi'şey içimi kemirip duruyor ama ne olduğunu anlamış değilim. du bakalım diyorum, yakında çıkar kokusu. bi kaç ihtimal var aslında. sanırım bunca zamandan sonra sigarayı bırakmayı istiyorum. karar veriyorum demiyorum çünkü zamanında o kararı tümen tümen aldım verdim. hiçbirinde de sigarayı bırakamadım. ama sanırım artık bunu "istiyorum". sigara içenler çok iyi anlarlar ne kadar zor olduğunu. hele ki o lanete ölümüne bağlıysanız.. herşeyden önce, dişlerimi sapsarı yaptı meret. bu yaştan sonra da inci gibi beyazlatamayacağıma göre, en yakın u'dan dönmem gerek. şu an bi sigara yaktım. çünkü sigarayı bırakmayı isteyip istemediğimi anlamak çok zorlu bi süreç ve bu süreç bol sigara tüketerek geçecek. hele ki bu dönemde etrafımda bana "sen sigarayı mı bırakıcaksın? ahaaaha güleyim bari" diyecek olan arkadaşlarımı düşündükçe bi paketi bi bardak çayla tüketesim geliyor.

2010 bana ne mi versin? sigarayı bırakma gücü... şimdilik bu kadar.