ANKARA YENI BİR FESTIVALE KAVUŞUYOR


Bu yıl ilki düzenlenecek olan Rocktival Açık Hava Festivali yurt dışından gelecek olan iki efsane grubu Ankara’da ağırlayacak.10 Ekim tarihinde gerçekleşecek olan festivalde Alman Thrash metal devi “Destruction” ve Avusturyalı Blackened Death metal grubu “Belphegor” Rocktival açık hava festivalinde sahne alacak. Daha önce yine Ankara’da sahne almış olan ve yeniden gelmesi beklenen Alman Thrash Metal grubu Destruction beklentilere cevap veriyor ve ikinci kez Ankara’da sevenleriyle buluşmaya hazırlanıyor. 9 Ekimde Nuclear Blast Records Firması tarafından Avrupa’da satışa sunulacak"Walpurgis Rites - Hexenwahn" Albümü Sonrası Belphegor ilk konserini Rocktival Açık Hava Festivalinde verecek. Bunun yanı sıra “Rocktival Open Air” grubun Türkiye’de vereceği ilk festival olma niteliği taşıyor.

Rocktival ilk yılı olmasına rağmen şimdiden adından bir hayli bahsettiriyor. Gelenekçi olmayı değil yenilikçi bir festival olmayı hedefleyen ve bu doğrultuda çalışmalarına devam eden organizasyon ekibi festivalde birçok yerli gruba da destek veriyor. Ankara’dan “Suicide”, “Decimation”; İstanbul’dan “Moribund Oblivion”, “Undertakers”; Eskişehir’den “Black Omen”; İzmir’den “Prime Object”in ve birçok grubun daha yer alacağı Rocktival Open Air ilk yılında oldukça ses getirecek gibi görünüyor.

Festival ile ilgili bazı bilgiler;
- Rocktival Open Air 10 Ekim günü saat 11.00’de Odtü Vişnelik Tesisleri’nde başlayacaktır.
- Festival her türlü hava koşulunda gerçekleştirilecektir.
- Festival düzeni ayaktadır, festival alanında bir oturma düzeni yoktur.
- Organizasyon firması organizasyonun programında değişiklik yapma hakkına sahiptir.
- Organizasyon firması uygun bulmadığı kişileri festival alanından uzaklaştırma hakkına sahiptir.
- Etkinlik mekanına profesyonel kamera, fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı vb. sokmak yasaktır.
- Etkinlik alanına reçete ile kanıtlanmadıkça, tüm ilaçlar ve ilaç kapsamında sayılanların sokulması yasaktır.
- Yiyecek-içecek ve alkol içeren her türlü maddelerin festival alanına sokulması yasaktır. Alanda yiyecek ve içecek satışı için standlar bulunacaktır.
- Festival alanındaki ses düzenleri geçici duyma problemlerine yol açabilir.

Bunun yanında;
Nüfus kağıdınızı,
Her türlü hava koşuluna uygun giysinizi,
En önemlisi festival biletinizi getirmeyi unutmayın.


 iletisim@rocktival.net     www.rocktival.net


 Bilet Satış Noktaları:

-ZID MÜZİK
Atatürk Bulvarı, Kök Çarşısı 2.kat 121-148 Kızılay

-HAYRİ PLAK
Kızılay Karanfil Sokak

-SINNER'S ART & RED POINT
Kızılırmak Sokak 29/B Kızılay

-ALWAYS ROCK BAR
İnkılap Sokak İnkılap Apt. No:5/11 Kızılay

- NEDJIMA
Selanik 2. Sokak 78/A Kızılay

- NEDJIMA II
Konur Sok. 11/1 Kızılay
 Bilet: 35 TL




Halime ile Pakize (1959)

Milliyet gazetesi ne güzel bir şey yaptı öyle... 54 yıllık arşivini online olarak halka açtı. Ben de tam 80lerle ilgili bir araştırmanın ortasındaydım. Bu haberi duyunca hemen gazetenin web sayfasına girip arşivi kurcalamaya başladım. Tam 50 yıl önce bugünün haber başlıklarına bakarken şaka mı gerçek mi olduğunu hala kestiremediğim bir başlık gördüm. Yutmakta olduğum çayı bilgisayarın monitörüne püskürtmeme neden olan haberi aynen aktarıyorum:

" Bacakları kırılan iki hindi hastahaneye sevkedildi (ciddiyim ana başlık bu ... )

Kısıklı'da ayakları kırılan iki hindi hayvan hastahanesine sevkedilmiştir. Hailme Dedeoğlu adındaki kadının 7 hindisi, dün komşusu Pakize Pala'nın bahçesine girmiştir. Hindileri bahçesinde gören Pakize de bir sopa kapmış ve hindilerin üzerine yürümüş iki hindinin ayağı kırılmıştır. Hailme de karakola giderek hindilerinin başına geleni anlatmıştır. Hindiler hayvan hastahanesine muayeneye sevkedilmiştir. Hastahanenin vereceği rapora göre Halime, komşusu Pakize aleyhine tazminat davası açacaktır. "

Bu güne kadar bir çok saçma haber okumuştum ama bu kadar saçmasını ilk kez okuyorum. Sadece içerik açısından değil, yazım açısından da saçmasapan bir haber bu. "Pakize de bir sopa kapmış yürümüş hindilerin üstüne. Hailme durur mu, karakola gitmiş" Sanki haber yazmıyor da, yan komşuyle dedikodu yapıyor. Hatta bir ara, bu haberi yazan Halime olabilir mi ki dedim. Çünkü al Halime'yi gazeteye, ver eline bir kağıt bir kalem, hadi bakalım yaz bir haber de, tıpkısının aynısını yazmazsa ben de Deniz değilim. Bugün,yani Halime'den tam 50 yıl sonra, hala masabaşı haberler yazılıyor. Dikkatli bir gazete okuru gözden kaçırmayacaktır; en çok satılan gazetelerimizde, haberin kaynağının,tarihinin belirtilmediği, doğruluğunun kanıtlanmadığı o kadar çok haber var ki... İnternet haberleri de diyebiliriz bunlara. İnternetten alınmış gerçek verilere dayanmayan anket sonuçlarından tutun da, korkunç başlıklarla "olacak"mış gibi gösterilen web doğumlu hurafelere kadar... Bunların yanında Halime ile Pakize'nin durumu çok daha gerçek. Haberi kim yazdıysa, en azından memlekette hemen her gün yaşanabilecek bir durumu ele almış. Beni de güldürdü saolsun.

NESİN VAKFI'NA YARDIM

Bugün Evrensel gazetesinin kültür sayfasında vakıfla ilgili sevindirici bir haber yayınlandı. Yönetmenliğini Abdullah Cabaluz'un üstlendiği, Henrik İbsen'in başyapıtından uyarlanan "PEER GYNT" adlı oyun, yarın saat 20.30'da Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde "vakıf yararına" oynanacak. Tiyatro Oyunbaz, Nesin Vakfı'yla yardımlaşmanın en güzel yolunun sanattan geçeceği düşüncesiyle, 2009-2010 sezonunda da sergilenecek olan oyunun yarın akşamki gösteriminin gelirlerini vakfa adayacak.
 
1973 yılında Aziz NESİN tarafından kurulan Nesin Vakfı, geçirdiğimiz sel felaketinde Karasu deresinin taşması sonucu sular altında kalmıştı. Vakıfta eğitim gören büyüklü küçüklü tüm çocukların elbirliğiyle evvela NESİN'in el yazmaları,defterleri,kitapları ve diğer arşivler korumaya alınmıştı. Aziz Nesin'in oğlu Ali Nesin, vakfın internet sitesinde arşivin kurtarılmasını şu sözcüklerle açıklamıştı :


 

“Aziz Nesin'in yıllarca biriktirdiği gazete koleksiyonunun büyük bir kısmını ciltletmiştik. Büyük ölçüde parasızlıktan ama bir miktar da ihmalkârlıktan ciltletemediğimiz binlerce gazete hamur oldu. 1976'nin Politika gazetelerini çamur içinde gördüm. İçim acıdı...Aziz Nesin'in bütün arşivi kurtarıldı. Çocuklarımızın aklına ilk bu notlar gelmiş. 3000 dolayında dosya... İnanılmaz bir sürat ve imrenilecek bir işbirliğiyle çocuklar bütün dosyaları su basmadan kütüphaneden ikinci kata çıkarmışlar. Sabahın köründe uykularından fırlayıp... Çocuklarımızın kimisi haylaz kimisi yaramaz kimisi söz dinlemez olabilir, ama hiç görmedikleri Aziz Dede'lerinin notlarının ilk kurtarılacak eşya olduğunu biliyorlar... Bunu onlara nasıl öğrettik acaba? Eğitim işte böyle bir şey olmalı.”


  Arşiv kurtarıldı kurtarılmasına ama Vakfın mutfağı, bahçesi, kütüphanesi, tiyatro salonu, çiftliği, kısacası çocuklarının eğitim ve yaşam alanları çamur içinde kaldı. Toplam zarar en az 300 bin lira... Medyada pek rağbet görmeyen  (!)  bu üzücü durum karşısında vakıf, dostların bu durum karşısında onları yalnız bırakmayacakları inancı içerisinde. Şuanda Çatalca halkı ve Nesin Vakfı çocukları sular altında kalan yaşam alanlarını el ele onarmaya çalışıyorlar.





 




Nesin Vakfı'na yardım için http://www.nesinvakfi.org/dostlara.php

o köşe bu köşe...

artık yazılarımla   http://www.1dunyahaber.com/ dayım... hem ordayım hem burdayım... :))

sokaktan

Siya Siyabend'i ilk defa 2005'de Barışa Rock festivalinde izledim. Sahnenin önü ilk başta tenhaydı. O zamanlar kimse Siya Siyabend ismini duymuş değil. Değişik bir tını duydum ve sahnenin en önüne gidip gözlerimi gruba diktim,ayakta direk gibi kalakaldım. On dakika içinde sahnenin önü neredeyse tümüyle dolmuştu. Bizon Murat'ın şarkı söylerken kendinden geçişini, beynimdeki kan jöle gibi katılaşana kadar izledim. Daha sonra Fatih Akın'ın "Crossing The Bridge-Sound of İstanbul"  adlı belgeselinde samimi röportajlarını izledim. Müziklerini anlamanız için, mezvubahis belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. O gün bu gündür Siya Siyabend benim için çok özel bir anlam ifade etmektedir... Grubun demolarını oradan buradan bulduğum kadarıyla burada paylaşıyorum: http://rapidshare.com/files/284393778/siya_siyabend.rar.html



"Repertuarlarının geniş bir bölümünü doğaçlama müzik,semahlar,deyişler,farklı tekniklerle ve Pir Sultan Abdal,Hayyam,Aşık Veysel,Neşet Ertaş,J. Coltrain,R&Blues,R.Shankar,Tanburi Cemil Bey,Ali Ufku Bey gibi ünlü isimlerin dizeleri oluşturmaktadır.Bu parçaları kendilerine özgün tarzlarıyla yorumlayıp dinleyicilerinin beğenisine sunmaktadırlar. Albüm çıkarmamışlardır,pek çok demoları vardır. Doğaçlama öykü anlatan muratın vokali doğaçlama çalınan müzikle SSB sezgisel düşgörücü bir öykübilimcilik eylemidir.belli bir türe bağlı kalmayarak ekin vermeye devam etmektedir." ( grubun şahsi web sayfasından alıntıdır.)

kendi sesiyle NAZIM şiirleri


Angina Pektoris
Büyük İnsanlık
Ceviz Ağacı
Haber
İstanbul'dan Mektup
Japon Balıkçısı
Kız Çocuğu
Mavi Liman
Nikbinlik
Salkım Söğüt

http://rapidshare.com/files/284363022/Nazae_m_Hikmet.rar.html

YALANCI ATATÜRKÇÜLER




Siz, Atatürkçü müsünüz? Büyük çoğunluğunuzun “evet” dediğini duyuyorum.

Siz yalancı mısınız, diye soruyorum. Hepinizin birden “hayır” dediğini duyuyorum.

Bizim kuşağımız, Atatürk’ü salt kitaplardan okuyup öğrenmedi. Atatürk’ü yaşadık. Ne var ki, bugün yaşamakta olan yaşıtlarım bile Atatürk zamanında nelerin yapılıp nelerin yapılamadığını unutmuş görünüyorlar. Çoğu kendini hala Atatürkçü sanıyor.

Atatürk zamanında yapılamayan her şey bugün yapılıyor, ama yapılan hiçbir şey de bugün yapılmıyor ve hala bunun adına Atatürkçülük diyorlar.

Türbelerin ziyareti, evliya mezarlarından medet ummak, sözde ermiş mezarlarında mum yakmak ve hacı yeşiline boyalı teneke sandıklara para atmak gibi şeyler Atatürk zamanında yoktu. Atatürk ölünce bunların hepsi yapıldı ve yapılıyor. Sizler Atatürkçüydünüz ama buna ses çıkarmadınız.

Atatürk zamanında hacca gidilmezdi. Atatürk’ün ölümünden sonra hacca gitmek hem de yasayla özgürleşti. Arap’ın kızgın çölüne paralarımızı döktük. Oysa Kur’an, İslamın beş koşulundan biri olan hacca gitmeyi borçlu olanlara yasaklamıştı. Türkiye’nin salt dış borçları 50-60 milyar dolardır ve doğacak çocuklarımız bile borçludur. Bunca dış borç, hacca gidenler de dahil, bütün Türkiye insanları için alınmıştı; yani hepimiz borçluyduk. Hac yasağının kaldırılmasına da siz Atatürkçüler ses çıkarmadınız.

Atatürk, Latince İncil’in ulusal dillere çevrilmesinden dörtyüz yıl sonra hem Kur’an’ı hem de ezanı Türkçeleştirmişken, Atatürk’ün ölümünden sonra birden geriye dönüşle ezan yine Arapçalaştırılmıştır ve siz Atatürkçüler buna da ses çıkarmadınız.

Atatürk zamanında Türkiye’de “tevhid-i tedrisat” denilen öğretim birliği vardı. Atatürk’ün ölümünden sonra gerici dinciler “ölülerimize cenaze namazı kıldıracak, ölülerimizi yıkayacak imamlarımız bile yok!” yaygarasıyla bu yasayı bozdular ve imam hatip liselerini açtırdılar. Cenaze namazı kıldırmak gerekçesiyle açılmış olan imam hatip lisesi çıkışlılar eğitimden adalete, içişlerinden dışişlerine dek bütün devlet kurumlarının içinde yüzde elliden çok yer almışlardır. Salt eğitim müdürlerinin yüzde yetmişi imam hatip liseleri çıkışlıdır. Şimdi de bunları Harp Okulu’na sokmaya devleti zorluyorlar. Siz Atatürkçüler buna da ses çıkarmadınız veya çıkaramıyorsunuz.

Atatürk zamanında Kur’an kursları denilen gericilik yuvaları açmak yasaktı. Atatürk’ün ölümünden sonra salt her ilde değil, ilçelerde, hatta bucaklarda bile Kur’an kursları açıldı. Sizler buna da ses çıkarmadınız, çıkaramadınız.

Sözde laik ve tarihinde hiçbir zaman da laik olamamış laik Türkiye cumhuriyeti devleti, Atatürk zamanında hiçbir devlet adamının girişmeye yüreklenemeyeceği biçimde, yabancı ülkelerdeki elçiliklerimize ve konsolosluklarımıza din ataşesi adı altında din görevlileri atadı ve siz Atatürkçüler buna da ses çıkaramadınız.

Yeşilköy Havaalanı’nın adını Atatürk Havaalanı’na çevirmekle kendini Atatürkçü sanan ve cumhuriyet tarihimizin daha kötüsü bulunamayacak en kötü cumhurbaşkanı olan General Evren’in buyruğuyla bütün okullara din dersi adı altında İslam’ın salt Sünnilik dersi, zorunlu ders olarak konuldu ve siz Atatürkçüler hiç sesinizi çıkarmadınız ya da çıkaramadınız…

Otuz Ramazan günü, üç büyük kentimiz dışında, bütün Türkiye’de, Müslüman kesimin görünür ve görünür olmayan baskısıyla su ve cigara içilemez, yemek yenilemezken, aşçı dükkanları kapalıyken, o üç büyük kentte bile içkili yerler kapalı tutulurken, yılın her günü  gazinolarda, kahve ve çayevlerinde, aşevleri gibi yerlerde “aileye mahsus” yazılı utanç verici levhalarla kadınları erkeklerden ayıran, yani gözlerinin arkasında cinsel organları bulunan, üniversite kapısında nöbet bekleyen ve görevi üniversiteyi korumak olan bir polisin kısa kollu entari giyiyor diye bir kız öğrenciyi dövdüğü Türkiye’de yaşayan sizler hala Atatürkçü müsünüz?

Şimdi de, bütün bunlar olup biterken, “sen ne yaptın?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Evet biliyorum,yaptıklarım yetersizdi, ama biliyorsunuz bunları hep söyledim, hep konuştum ve hep yazdım.

Sizlerin Atatürkçülüğünüz, hani leblebicinin leblebi, yağcının yağ, kabakçının kabak satmasını anlatmak için kullanılan “cı” eki gibi, bir şey sattığınızı anlatır. Sizler Atatürk’ü satan Atatürkçülersiniz.   

Yineleyerek soruyorum: Atatürk’ün ölümünden sonra adım adım ilerleyen gericilik, dinsel bağnazlık ve köktencilik bugün yurdumuzda artık adım adım değil, koşar adımla gelişirken, sizler hala Atatürkçü müsünüz? Bugün gericilik batağına saplanmış olan Türkiye’de kendinize hala “Atatürkçüyüm”  demekten utanmıyor musunuz?

Ey Atatürkçü büyükler, küçükler, yaşlılar, gençler, kadınlar, erkekler, yönetenler ve yönetilenler, bütün sizler Atatürkçü değil, birer yalancısınız.

İyi ki hiçbir zaman Kemalist ya da Atatürkçü olmamışım. Ama Atatürk’ün Türkiye’nin çok seyrek yetiştirdiği büyük insanlardan biri olduğuna inanıyorum. O’nu seviyorum, o’na insan olduğu için eleştirme hakkımı da koruyarak, çok büyük saygı duyuyorum ve böyle bir ülkeden…..hayır hayır artık susuyorum.
                                                                                       3 MAYIS 1993
AZİZ NESİN