biraz da gülelim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
biraz da gülelim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

montla sıç şükrü abi

aşağıdaki yazı, arkadaşım çemçük (melike) tarafından yazılmış olup, tamamı gerçektir.

sevgili gunluk.. 
bu haftasonu dershanenin birinde gozetmen olarak calistim..kazandigim parayla kredi kartimin bi kismini yatiririm diye dusunurken bi anda kendimi ulus pazarinda buldum..hava kararmisti ve aksam pazari hesabi hersey daha da bi ucuzlasmisti..corabim yoktu corap alim ayy bu sallar da pek guzelmis ee hadi bunu da alim o ne kadar bu kaca 5 lira versem olmaz mi derken kazandigim paranin bi kismini harcayiverdim..(kac param oldugunu solemicem ki bereketi kacmasin:) ama yinede huzurluydum cunku hepsini birden yememistim..derkenn tezgahin birinde recaizadenin araba sewdasindan bile daha sevdali oldugum ve aylardir alamadigim siyah montun aynisini gordum hemde 20 ytl ye...hemen atladim monta ama bi anda bisey oldu..sanki ben ben deildim..sumsuk bi kadin bi anlik dalginligimdan yaralanip adamin bnm icin getirdigi montu kapti elimden..ki bilenler bilir bu bana yapilacak bi hareket deildi:) we yine ben ben olmaktan cikip o kadina cemkirmek yerine sessizce kadinin montu giymesini izledim..ve sonra merakli gozlerle kadinin montu megenmemesini diledim...ama sevgili god father dileklerimi kabul etmedi ve mont avuclarimin arasindan suzulup gitti..ve bianda kafama dank etti..o mont benim olmaliydi.. hemen tezgahtaki amcaya baska mont olup olmadigini sordum ve cevabim hayir olunca yikildim..ama pes etmek yoktu..omrumde hic boyle pasif kalmamistim ve acisini cikartmaliydim..O MONT BENIM OLACAKTI..adama dakikada 6789bin kelimeyle o montu ne kadar cok sitedigimi anlatmaya calistim..sanirim pek bi basarili olmusum ki  10dk onceki tezgahtar simdilerin sukru abisi istanbula gidecegini ve aksama tekrar izmite donecegini donerkende bana ayni monttan getirebilecegini soyledi...uctum..telefonlarimizi aldik..ewe dondum..sukru abiden telefon bekliyorum...aksam 10 oldu abim aradi ama kotu haber hala istanbuldaymis ve izmite cok gec gelicekmis..olsun dedim persembe gunleride tezgah aciyomus nede olsa oraya giderim..yine sozlestik ve persembe gununu iple cektim..sinaw stresinden cok mont stresi ceker oldum.. ve beklenen gun geldi catti..buarada diger kizlarida costurdum 20 milyona mont var diye onlarda bnmle birlikte seferber oldular..persembe gunu butun kizlar toplandik ve pazara gittik..minibuste dedim sukru abiye bi msj atim nolur nolmaz...abi sagolsun cevap veriyo ama istedigim cevap bu degil..havalar sogukmus diye acmamis tezgah..bu kadari da yeterdi artik..bi mont icin bu kadar da gurursuz olunamazdi..bi anda aklima psilik yapmak geldi ve sukru abime soyle bi msj attim..

sukru abi montla sic...anlamismidir bilmiyorum ama bana kizmadigi asikar..cunku bu sabah cok gusel bi msjla uyandirdi cukru abim ki msj aynen su sekilde turk dil kurumuna inat yazilmistir..

berhaba abijim ben sukru abin..eyer burdeysen pazardayim yanliz uzun ciftlikteyim..istedigin bontlar geldi (james bond) gelebilirsen gelirsin abijim tamam....
 

 

otobüs ve aziz nesin

Tunç Okan'ın yönetmenliğini yaptığı "OTOBÜS" filmini izleyenler bilirler ; bir kaç türk işçinin Almanya'ya götürülüp yine bir türk tarafından dolandırılmalarının ardından, bir otobüsün içinde aç ve susuz yaşadıkları, helak oldukları ve yaşadıkları feci olayları konu alır film. Benim bi'tanecik Aziz dedem, bakınız film için ne yorum yapmış :

- "Bu film çok saçma. ben milletimi bilirim. o kadar türk, bir otobüste, İsveç'in ortasında bir hafta kalacak ve dışarı bile çıkamayacaklar... o kadar zamanda o türkler dışarı çıkar, üç beş sarışın hatun düdükler, iki de kebapçı dükkanı açarlar"

ahahahah :)) Aziz Nesin, seviyorum seni ya...


bir hazin dostluk öyküsü...


 yıllar sonra bostancıda gördüm onu. ben minibüste gidiyor idim tren garına doğru. o ise beyaz tişörtü ve kısacık kestirdiği saçlarıyla salına salına seyirtiyordu bostancı minibüs caddesi üzerinde. canım dostum dedim. ne kadar da özlemişim... "müsait bi yerde kaptan!" dedim. "inecek var"... kaptan sinirlendi, bileğine bağladığı tesbihi sallana sallana vitese hükmediyordu. onun sinirini biraz olsun azaltmak için, inerken "hayırlı işler kaptan" dedim. cevap vermedi.

karşı kaldırıma doğru hızlıca koşup gizlice arkadan yaklaştım osman'a. elimle, omuz hizasında kestirdiği saçlarını  aniden kavrayıp çekiştirdim. bir hışımla arkasını döndü. sıcak bir gülücük ve yayvan yüz hatlarımla baktım ona. "naber len bizim oğlan" dedim. bi garip baktı. bi kısa öff çekti. "napıyosun kızım yaa, böyle arkadan yanaşmalar falan" dedi. ortamı ısıtmak için "özledim len seni,godoş" dedim. "minibüsteydim indim seni görünce" dedim. "hmm. anladım. ee naber? bitti mi okul" dedi. "ohooo diplomamı bile aldım oğlum gıcır gıcır" dedim. "hmm iyiymiş." dedi. "saçını niye kestirdin len, at yelesi gibiydi güzeldi yakışıyodu sana" dedim. "haydaa ne varmış saçımda. yine uzun. allahım yaleppim ya... askere gitcem bi kere. alıştırıyorum kendimi" dedi. "amaan giderken bi anda kestirseydin olmamış böyle" dedim. "ya kızım bi git. bence iyi böyle." dedi. "banabak, amma zaman oldu görüşmeyeli ya, ne güsel sahilde oturup burger kingden aldığımız hamburgerleri yiyerek geleni geçeni keserdik demi lan" dedim. "ben artık mc donalds yiyorum" dedi.

o anda boğazıma bi şey oturdu. GULP diye. yutkundum. bi şeyler ters gidiyordu. "neden lan" dedim. "burgerın tavukluhamburgeri ne de güzeldi ne de severdin sen onu" dedim. "kendininkini bitirir benikine sulanırdın ya hani hatırlasana ne kadar eğlenir idik" dedim. "bence boş şeylerdi bunlar deniz.ben artık bienale,istanbul moderne falan takılıyorum. çok yoğun kültürel faaliyetler içindeyim." dedi. "ama osman, nasıl unutulur nasıl boşverilir? youtube'dan komik videolar izleyip çiğdem çitlediğimiz o güzel günler, neşeli günler..." dedim. "deniz, ne youtube'u ya..ayrıca ona çiğdem denmez. çekirdek onun adı." dedi.

"sen değişmişsin be hocu" dedim. "sen iyice şehir çocuğu olmuşsun" dedim. "kurbanda köye gelmeyince anlamıştım sende bi değişiklikler olduğunu" dedim. "adet anane unutmuşsun... slayer dinlerdik neşeyle. oysa bugün bengü dinlemeye başlamış gibi bi halin var. sen yakında ataşehire taşınıp,kahvaltıda amerikan servis üzerine koyduğun koca kaseden korn fleks de yemeye başlarsın" dedim.  "zere, İKEA'da görmüşler seni geçen. dolapiçi düzenleme ünitesi almışsın. dediler de inanmadım. osman etmez öyle şeyler dedim. osman kot pantolonları fanilaları kapının arkasına asar dedim. meğer gerçekmiş anlatılanlar...yazık...yazık..." dedim.  "deniz allah senden ne aldıysa geri versin e mi...şimdi bi bağımsız film gösterimi var oraya yetişmem lazım kusura bakma " dedi...

"hadi git şimdi..git ve sıtarbakstan aldığın kağıt bardaktaki aromalı kahveni yudumlayarak yaşam mimarisi katalogları incele. git ve norveçli balıkçılarla birlikte ellerine krem sür. git ve metrobüs kullan. git ve meskun mahallerden uzakta alışveriş merkezlerinde  laptop kullan osman...git ve bu dostluk burada bitsin..." dedim.

osman göz kapaklarını yarım kapatıp yine kısa bir "eeeh" çekerek sağ elini otoyola uzattı. "teeaaaksiii" diye bağırdı umarsızca. taksiye önce bacakarını, sonrada kıvrıla kıvrıla bedeninin üst kısımlarını ve son olarak savura savura saçlarını soktu. kapıyı kapatıp camı açtı. şöfore "taksim'e" dedi,şoför arabayı çalıştırırken osman camdan kafasını nazlı nazlı çıkarıp bana baktı ve "görüşürüz hadi baay..." dedi.

tren garına kadar yürüdüm. 12:57 trenini kaçırmıştım. 14:20'yi beklemeye başladım. bi sigara yaktım. 3G'siz cep telefonumu çıkarıp rehberden  "OSİ" yi buldum. "C"'ye bastım. "silinsin mi?" dedi. "evet" dedim.

fark ettim de...



salon konsül aynasına iliştirilmiş vesikalık fotoğraf
eski atletler kesilerek yapılmış tozbezleri
kapının arkasındaki askılığa asılmış kot pantolon
bagaja oturmuş konvoy kameramanı
sofra altı olarak serilmiş gazete
ikea koltuk takımının arkasındaki duvara asılmış nazarlık
araba plakasına pelesenk edilmiş kurban kanı
limon kolonyası kokulu apartman amcaları
lastikle birbirine tutturulmuş ve arka cebe sotelenmiş kredi kartları topluluğu
minibüste vites kolunun yanına oturtulan genç kız....





enstanteneleriyle seviyorum memleketi.
ataşehiri, başakşehiri, taşakşehiri, uphill cortu, modern yaşam kentlerin, çamaşır kurutma makinelerini, bardak altlıklarını, amerikan servisleri, konsülsüz evleri, konvoysuz düğünleri...

kınıyorum.
kendi çapımda ıkınıyorum.

karavan



Ömrünün yarısı şehirlerarası yollarda geçen her çekirdek aile gibi biz de çok eşya taşımaktan, araba koltuğunda günlerce,saatlerce sıkış tepiş  oturmaktan yakınmışızdır. Yine öyle bir yolculuk sırasında annem, "karavanımız olsa ne rahat ederdik" gibi bir şeyler söylemişti. Biz küçüğüz tabi o yıllarda. Hemen "karavan alacağız herhalde" diye düşünüp heveslenmiştik. Hayal kurmaya başladık. Bir karavanımız olursa nasıl bir aile olacaktık?

Babam hasır şapka takıyor, bol cepli toprak rengi bermuda şort giyior. Direksiyon başında bir taraftan karavanı kullanırken diğer taraftan annemin dudağına öpücük konduruyor. Annem, askılı ipek bluzu, kısa jean şort ve altında uzun deri çizmesi ile muhteşem vücutlu, seksi bir kadın. Sabah kahvaltılarda sütlü mısır gevreği, akşamları ise bira&cips ve pizza yiyoruz. Ninemize "büyükanne" diye sesleniyoruz. Hepimiz sarışınız ve hafiften çilliyiz.

Hiç bir zaman karavanımız olmadı tabi.

Gayet station otomobilimizde koltuklar arası her boşluğu, içinde domates,salatalık,haşlanmış yumurta olan poşetlerle dolduran, mola yerlerinde 4 çay söyleyerek arabadaki yiyecekleri masaya serdiği gazete kağıtlarının üzerinde yiyen, üstüne bir de garsondan fütursuzca "tuzluk, bıçak" isteyen, torpidoda mendil yerine tuvalet kağıdı rulosu bulunduran, kola şişesine doldurulmuş içme suyu taşıyan, ve her yolculuk başında 3 kuluvallah 1 elham okuyan bir çekirdek aileydik. Nitekim safariye falan gittiğimiz de yoktu. Her tatilde köye, akrabaların yanına gidiyorduk. Hasır şapka ve sarı saç hayalleri, köye girip şalvarı ve güllü nakışlı çekiyi görünce suya düşüyordu. Camel bot, sarı plastik terliğe, biralar kazandan yeni alınmış inek sütüne dönüştüğünde anladık hiç bir zaman karavanımızın olmayacağını.

Memleketimin şehirlerarası yollarında sağa çekmiş, açık iki kapısının arasında çocukların hunharca çöğdürdüğü, nazar boncuklu bir araba görürseniz, bilin ki o arabanın içinde bir zamanlar karavan hayalleri kurmuş, fakat kurban bayramı için köye gittikten sonra köy peyniri ve gübre kokusunun kesifliğiyle hayallerini unutmuş bir çekirdek aile vardır...:)

beyefendi !

Afyon'un Karacaören köyünden çıkmışız, koca şehir İstanbul'da ekmek paramızı kazanıyoruz. Kocam öğretmen, ben de bankada memurum. iki de küçük kızımız var. bu devirde İstanbul gibi şehirde iki elden maaş alsan da yetmiyor. yarın donsuz dombalaksız kalmayalım diye kiradan,mutfaktan artanla yatırım yapıyoruz. yatırım dediğim de memur kooperatifi. Hani şu sittinsene süren kooperatiflerden. 


Neyse efendim,sene 1995...Bu benim çalıştığım bankanın Çeşme'de tatil kampı var. Çekilişle memurlarını bu kampa gönderiyor,makul bir ücret karşılığı tatil ettiriyor. Biz de her yaz çoluk çocuk köye gidip tarlayla bahçeyle uğraşırız. Çocuklar İstanbul'daki arkadaşlarından denize gittiklerini duyuyor kıskanıyorlar. Herkesin çocuğu velespit, bisküvit diye tutturur,bizimkiler o yaz tutturdular denize gidelim diye. Kocamla oturduk tekezzür ettik,bankanın tatil çekilişine katılmaya karar verdik. Şans bu ya, ilk katılmamızla kazandık. Eşyaları sallasırt ettik gittik Çeşme'ye...


Kahvaltı,öğlen yemeği,akşam yemeği oradan. Erkenden kalkıp yemekhaneye gidiyoruz her sabah. Kahvaltımızı edip, artan reçel, peyniri de çıkınımıza koyup palas pandıras kampın plajına gidiyoruz. Neme lazım,kamp kalabalık, şemsiyeler şezlonglar hemen doluyor. Şunun şurası bir haftalık tatil. Çocuklar bol bol denizde çimsinler,mayo değiştirmekle fazla zaman kaybetmeyelim diye mayolarımızı da önceden entarilerimizin içine giyiyoruz. 


O sabah yine mayolarımız içimizde, kahvaltımızı bitirmişiz hemen şemsiye şezlong kapmaya gidicez. biz kızlarla hazırız da, benim koca kaplumbağa gibi adam. Çayını içer bir saatte, gazetesini okur bir saatte, gerinir govunur bir saatte... Onu mu bekleyeceğiz, aldım kızları gittim plaja. Artık o arkadan gelecek keyfince. 


Kızlar denizi görüverince baharın tavına girmiş aygır gibi şahlanıyorlar,eteklerini yere savurup suya koştular. Ben de boş bi şezlong bulup serildim, gazetemi okuyorum. Bir an bir gürültü oldu. Bağırışmalar, gülüşmeler... Gazeteyi indirip etrafıma bir göz attım, herkes bu yana bakıyor. Yan taraftaki şezlonga bir baktım ki, amanın... Benim koca gelmiş de denize girecek,soyunuyor. Amma içine mayosunu giymeyi unutmuş. Donuyla kalakalmış. Kendisi de ağır işitir, ak sakallısından yok sakallısına herkes buna sesleniyor, bu duymuyor. En sonunda cankurtaran megafonla bağırdı da bizimki anca oralı oldu : "BEYEFENDİ   BEYEFENDİ!!  LÜTFEN  ŞORTUNUZU GİYİNİZ...!!  "  Hiç tanımıyormuşum görmemişim gibi gazeteyi tekrar yüzüme örttüm. Neme lazım, bankanın kampı burası, adım  "soyunan adamın karısı" na çıkar...Şimdiki gibi mezhebi geniş insanlar değiliz o yıllarda..İçimden silme sıvama küfrediyorum benim adama. O da korkmuş utanmış, bi donuna bakıyor bi etrafa... Hemen hızlıca giyindi de odaya gitti mayosunu almaya...


Milletin diline pelesenk oldu o günden sonra beyefendi lafı. Gören  "beyefendi nasılsınız bu gün" diyor...  Allah allah, ortalık yerde soyunan adamı neden bu kadar sevdiler bilemedik  Kocam yıllardır mekteplerde öğretmenlik yapıyor ilim irfan öğretiyor, daha kimsenin ona "beyefendi" dediği olmamıştır. Sonradan sonradan anladık ki beyefendilik öyle mürekkep yalamakla olcak iş değilmiş.  


Bu memlekette her soyunan beyefendi oluyormuş.

rezillik bombası,zebil ziyan

mezuniyet yemeği diye bi'şey var. giyinip süslenmek lazım. şık olmak lazım. şimdi profesörler,doçentler falan, aynı masada oturacaksın, 4 yılda bir ve ilk defa, yıllardır can ciğer kuzu sarmasıymışsın gibi samimi olacaksın yemek bitene kadar. dargın olduğun arkadaşlarına ağlamaklı gülümseyişler atacaksın. kasım kasım kasılacaksın. hiç gitmek istememiştim, hiç gidesim yoktu... Duygu hatır koymasaydı gitmezdim. Duygu'yu kıramadım.


elimizde kıyafetler,ayakkabılar, izmit'e gidiyoruz. trenden inmemizle şanssızlıklar başladı. duygu'nun elbisesini askısı çıktı. öyle bağlasan bağlanmaz,bi yere sokuştursan sokuşturulmaz bi askı.. anca iğne iplik olacak dikeceksin ya da bi çengelli iğneyle tutturacaksın. yok ki yanımızda öyle şeyler. ellerimiz poşet,çanta dolu. duygu bi eliyle elbisesini askısını tutuyor. hızlı hızlı yürüyoruz çarşıya doğru. ilk gördüğümüz tuhafiyeye girdik. içerde karı-koca yaşlı bir çift. ben nefes nefese soruyorum:

-teyze bize çengelli iğne lazım.
-tabi yavrım vereyim. kaç tane lazım?
-bir tane yeter.
-aa bir tane iğneyi netceniz?
-teyze, arkadaşın elbisesinin askısı koptu,şimdilik onu tutturacağız.
-hmm...böyük mü olsun küçük mü?
-teyze nasıl olursa olsun ver bir tane işte.

kocasına işaret etti,kocası yavaş yavaş ayağa kalktı, iğne kutularının olduğu rafı aramaya başladı. yaşlılıktan olsa gerek, bukalemun gibi hareket ediyordu adamcağız. biz de bekliyoruz. teyze dayanamadı sordu:

-hayırdır yavrım düğüne mi gidiyonuz?
-yok teyze mezuniyet yemeğimiz var da, oraya gidiyoruz.
-aaa liseyi mi bitidiniz? (ne de güzel bir iltifat oldu...)
-yok teyze, üniversiteden mezun olduk.
-aaa...üniversiteden mi?

teyze bi an durdu bize baktı. bir duygu'ya bakıyor bir bana...gözleri kızardı. allah allah ne oluyor ki demeye kalmadı ağlamaya başladı..

-ah yavrılarııımmm... ah gözellerim benim...(etekliğine sıkıştırdığı mendili çıkardı,gözlerini siliyor bi taraftan) ah ananız babanız nasıl da mutludur gari şindi...(sesi boğuklaşıyor) Nuri bey bak görüyonmu gari, hayırlı evlatlara bak hele... ah gızlarım beniiimm....benim de torunum bitirdi mektebini, o da mezun oldu sizin gibi...ah gençlik ah... Nuri, mektep balosuna gidiyolar...(hıçkırıyor)

ne olduğunu anlayamadık. hem şoktayız hem üzülüyoruz teyze ağlıyor diye, hem de kendimizi tutmasak güleceğiz tüküre tüküre, ayıp olacak. duygu'ya baktım, gözleri dolmuş. bu sırada amca çengelli iğne kutusunu buldu da konu dağıldı allahtan. iğneyi aldık, askıyı elbiseye tutturduk, gidicez artık. teyze sildi gözlerini, sümkürdü burnunu. iğnenin parasını da almadılar. işimiz bitti çıkıcaz gidicez artık, gidemiyoruz... bi türlü çıkamadık oradan. teyze ellerimizi tuttu:

-hadi gidin gari, gidin eğlenin...ah gençlik ah...kahpe hayat, su gibi geçiyor. benim torun da bitirdi mektebini. gidin hadi...

öptük ellerini çıktık. içimiz bi buruldu bi karıştık bi ambele olduk. yurdum insanı işte. benim hiç gitmek istemediğim mezuniyet yemeği için teyze heyecanlanıp ağlıyor. "yine gelelim teyze'yi görmeye" dedik. 3 ay oldu. daha gitmedik...

gece tek kelimeyle felaketti. dargın olduğum arkadaşlarımla sahte ve mecburi sohbetler, aldığım kilolar yüzünden göğüslerimi iyice sıkan elbisemin nefes aldırmaması...tabi bi de istemeye istemeye gittiğim gecenin yıllarca konuşulacak "en komik duruma düşen"i olmama neden olan bomba olay...

bizim bölümün araştırma görevlilerinden Fehmi, içkinin dozunu kaçırıp fotoğraf makinemi eline geçirip fotoğraflarımı çekmeye çalıştı. biraz daha içti, artık konuşamaz hale geldi, dansa kaldırdı. müzik de öyle dans müziği değil. "şappidi hoppidi" bi ritm. adam sarhoş. tuttu ellerimi, döndürmeye başladı beni. hani küçükken kollarımızı uzatıp iki kişi turbo hızda dönerdik ya, aynen öyle. ayağımda topuklu gereksiz rüküş bi ayakkabı. elbisemin etekleri karşılama halısı gibi uzun, ayaklarıma dolanıyor. "hoca, yapma etme düşücem" diyorum, gülüyor daha da hızlanıyor. "hoca, bak düşücem çok kötüyüm" diyorum, dinlemiyor... e bende içmişim dengemi sağlayamıyorum. Fehmi'nin son hamlesi, gecenin bombası oldu. ellerimi bıraktı. yere nasıl yuvarlandım, insanlar ne tepki verdi hatırlamıyorum. sadece patlayan kahkahaları hatırlıyorum. sonradan söylediklerine göre çok estetik düşmüşüm böyle döne döne...

düştüm,kalktım, herkes orada, Duygu yok. O da çok içmişti. acaba bi yerde sızdı mı diye düşündüm. çıktım salondan, duyguyu arıyorum. tuvaletlere girdim çıktım yok. balkona baktım yok. bara baktım orda da yok... bi süre sonra kendi çıkıp geldi, gülüyor,kıpkırmızı olmuş.

Eda'yla Ulaş, iki sevgili, allengirli ortamdan uzaklaşıp yalnız kalmak için balkona çıkmışlar. balkonun en ucunda da bir alt katın balkonuna inen merdivenler var. en kuytu orası diye merdivenlere gitmişler. merdivenlerde ayakları bi şeye çarpmış. bi bakmışlar, duygu basamaklarda uyuyor... dürtmüşler bunu, kalkmış, güle güle dans pistine gelmiş. dansa devam ediyor bıraktığı yerden. "nerdeydin,her yerde seni aradım" dedim, "yıldızlar çok güzeldi, merdivenlerde uyuyakalmışım. merdiven basamaklarının bu kadar rahat olacağını tahmin edemezdim. kendi yatağımdan rahatlar" dedi. ne kadar güldüğümü hatırlamıyorum...

(biterken "the sound of taxim beyoğlu-gross" çalıyordu.) http://rs320.rapidshare.com/files/115983915/2008-The-Sound-Of-Taxim-Beyoglu-A.Asmin.rar